5 Aralık 2011 Pazartesi

ZAT-I MUHTEREMİN EV HALİDİR

Su damlacıkları… Camlar, pervaz, ağaçlar, sararmış yapraklar, cam aralığına sıkışmış kül tablası her yer damlacıklarla dolup taşıyor, biri gelirken diğeri giderek kayboluyor. Gri, ak, mavi… Yok… Hiç biri… Suyun rengi şeffaf… Ne renk… Su gibi işte sakin, derin… Hava gibi, nefes renginde…

Benim nefesim ne renk? Muhtemelen küf rengi, bazen acı biber, bazen… Hatırlayamıyorum ne zamandı. Hayır uzun zamandır mavi bir soluk geçmedi boğazımdan yaz mavisi… Limon ferahlığı, çilek tadı. Sadece zehir gibi bir pas, sigara ve çay tadı damağımda..

Kaynayan çaydanlığın sesinden başka ses yok yanımda. Sigara dumanını üflediğim cam aralığından şehrin dinlenince fark edilen uğultusu geliyor. Tüm trafik, fabrika ve insan seslerinin uzaktan sanki bir kuyu’nun dibinden gelen aksi. Kuşlar var birde uçup uçup yeni bir şey söyleyeceklermiş gibi büyük bir heves ve telaşla gelip konuyorlar. Bahçeye, sarı yapraklı ağaca, bazen attığım ekmek kırıntısı kalmıştır umuduyla pencereme.

Kalkıp ekmek poşetine baksam,biraz ekmek kalmıştır içinde, kuşlara yetecek kadar..Yoksa bakkala telefon açarım hem sigaram da azaldı. Televizyonu açsam mı?

”Patlama… Bomba yüklü… Depremde hayatını… Hava sıcaklığı giderek düşecek… Başbakanın yaptığı açıklama… Açıklama… Açıklama… Açıp ta ne yapacağım… Çaydanlık taşıyor, tuvalete gitsem… Çişim var. Çaydanlık taşıyor.
 Bulutlar ne hızlı hareket ediyorlar öyle. Sanki ileride bir yerlerde görmek istedikleri bir şey, bir bok  varmış  gibi birbirlerini ite kalka yol alıyorlar.

Önce çiş, sonra çay, sonra yine çiş…
Facebook’a girsem mi? Herkeste bir merak bir merak…
”Nerdesiniz hocam?
Aşk olsun küs müyüz? Özlettiniz!... Özlendiniz!
Doğum günümde bir şey yazmadın! Mesajıma bakmadın!
Etiketledim görmedin mi?... Ne ukalasın..Ukala dümbeleği…
Nerelerde geziyon lan insafsız?... İmansız… Aşkıtotom… Bebeemm… Canım ... Cicim…
Off… Altıma yapıcam… Bir bakar çıkarım kimseye görünmeden. Ama ya bir şarkıya takılırsam yine… Anılarımızın bekçileri şarkılar… En koyu kıvamında bulanırsam aşka, acılar eritirse yine demirden yüreğimi.
Hıh ben mi? Aşk mı?...  Aşk hiç cızlatmadı, hiç acıtmadı, hiç alıp götürmedi, hiç ağlatmadı… Aşk en yakın arkadaşım, sırdaşım, oyunum oldu. Hep kazandığım, karşı tarafın yenildiği bir oyun. Onlar başlatıyorlar ben yeniyordum. İlk önceliği onlara veriyordum. Onlar başlıyorlar ilerliyorlar, ilerliyorlar ve nasıl olduğunu anlamadan kaybediyorlardı. Silahımdı aşk. İstediğim gibi kullandım. İstediğimi hedef aldım. Önce gözlerimle yakalıyordum avımı, gözlerimde hapsediyor, gözlerimle yalanlar söylüyordum. Elimde avucumda esir ediyordum sonra istediğim anda bırakıyordum. Aşk da, kadınlar da ben istersem yaşayabiliyorlardı. Her şey benim ellerimdeydi çünkü…

Çay… Demi koyu aşk kırmızısı… Tadı, sıcak sevgiler dolduruyor içime. Hem şekerli, hem acı. Aşk gibi…
Off ne gereksiz bir konu, konumuz aşk değil ki… Neydi peki… Unuttum işte… Yağmur yağıyordu, seller akıyordu ben pencereden bakıyordum çay kaynıyordu. İçiyordum içiyordum…
Banyo aynasını ne kadar kirletmişim böyle… Diş macununu nasıl da oralara kadar sıçratmışım. Toz, leke… Leke,damla.Çiş.. Sifon… Bir ses… Bir ses daha.
Sakallarım.nereye kadar uzayacaklar böyle..
Kesmek mi! Onlar benim kalabalıklığım.
Bıyıklarım… Cesaretim, gücüm, direncim…
Dağınık dalgalı saçlarım… Hayata serdiğim, yaydığım enerjim. Her dalgasında bir giz var, ben bile çözemedim. Saçım, sakalım ve bıyığımla çok iyiyim. Evet biz çoğunluğuz ve çok iyiyiz… Onlar yoksa… Hepten yalnız kalırım,çıplak ve çirkin..
Ne fark eder?
Etmez mi?
Çıplak ve çirkin, tüm benliğim.
Çıplak   ve çirkin, tüm beynim.
Çıplak ve çirkin,tüm hayatım..
Saç, sakal, bıyık… Beni bir de siz yalnız bırakmayın…

Aydan Selman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder