16 Mart 2015 Pazartesi

MİNKA ABLA

Kitabevinin ağır cam kapısını iterek içeri girdi. Hırçın rüzgarın yüzene kırbaç gibi vuran yağmur damlaları klimalardan gelen sıcak havayla ısındı, yüzüne yayıldı. Kalın ıslak kaşkolünü boynunda gevşetip ucuyla yüzünü çaktırmadan sildi. Bir an ne yapacağını bilemeden duraladı hoparlörden yayılan hafif müzik ve yumuşak ışıklarla gevşedi, montunun fermuarını açtı  ve ne alacağını hatırladı. İş yönetimi,pazarlama ile ilgili kitapların satış reyonunu bulmak için ilerledi, üst kata çıkan basamaklara geldiğinde arkasından birinin ona seslendiğini duydu, “excuse moi,” bir kadın Fransızca afedersin diyerek ondan yol istemiş bir sıçrayışta önüne geçip merdiveni tırmanmıştı. Murat ne olup bittiğini anlayamadan kadın kalabalığın arasına karışıp reyonlarda aniden kaybolmuştu. “excuse moi…” ne kadar güzel söylemişti, kibarca iç gıcıklayan bir sesle arkadan gördüğü siyah deri ceket ve omuzlara dökülen parlak kahverengi saçlardı. “excuse moi…” Bu ses kulağından gitmiyor sürekli tekrarlanıyordu. Gülümsedi ve içinden o da cümleyi tekrarladı. Sessizce dolaşan insanların arasında hoparlörden gelen müzik eşliğinde kendini bir film sahnesinin jönü gibi hissetti. Eliyle saçlarını düzeltip ne alacağını tamamen unuttu. Kadınla yüz yüze gelme ihtimalini düşünüp yalancıktan bir ilgiyle başka reyonlara gitti.Yabancı biri ne alabilir, tutup en çok satanlar kısmından bir Türk hikayesi almazdı herhalde, olsa olsa yabancı dilde yazılmış kitapların reyonunda olur düşüncesiyle üst bölümde yazılan reyon başlıklarını okuyarak ilerledi.

Birden onu gördü yere çömelmiş alt raftan bir kitabı inceliyordu. Bakıp bakmama konusunda kararsız kaldı ilgisizce yanından geçerken bir an eğilen yüzünü gördü. Esmerdi, zayıftı. Makyajsız yüzü ölgün ışıklarda daha bir sert görünüyordu. Güzel değildi ama sesi… Yanından geçti ve karşısında duran dünya edebiyatından başlıklı reyonda durdu. Elini öylesine uzattı sıkışık kitapların arasından rastgele bir kitap çekti.

“Minka Abla…” Hah… Yıllarca aklına gelmeyen neredeyse çocuk yaşta okuduğu Panait İstrati’nin kitabı. Birden eski bir tanıdığına rastlamanın mutlu güveniyle avuçladı kitabı. Konusunu hatırlamıyordu bile, nasıldı? Panait İstirati’nin neredeyse tüm kitaplarını okumuştu ve en sevdiği yazardı bir zamanlar ama  şimdilerde en sevdiklerimin arasında diyemiyordu çünkü o başka bir dildi başka bir ruh bambaşka bir anlatımdı. Şimdiki gençler okur muydu? Okumazlar diye düşündü bize hocalarımızın ilk önerdikleri Türk ve dünya edebiyatından klasiklerdi. Tolstoy,  John Steinbeck, Ernest Hemingway, Dostoyevski, Gogol… Ve daha bir sürü yazar.

 “Ben,” demişti bir keresinde arkadaşına önce bir yazardan başlayacağım onun tüm kitaplarını okuyup sonra diğerlerine geçeceğim. Hem biri onun hakkında bir şey sorarsa ne kadar bilgili olduğumu da görecek. Arkadaşı “Bence yanlış düşünüyorsun her yazarın birer kitabını okumakla başla işe, bir ortamda hangisinden bahsederlerse onunla ilgili söyleyecek bir sözün olur, falanca kitabında şundan bahsediyor diye hava atarsın.” Kızlar okuyan erkeklere bayılırlar. Aklı karışmıştı o an ama o yıl hayatı boyunca okuyamayacağı kadar çok kitap okumuştu. Arkadaşıyla lisenin kütüphanesine gider desteyle kitap alırdılar.

Birden kadının kasalara doğru ilerlediğini gördü ve hemen ardından seyirtti, elinde Minka Abla kitabıyla kadının arkasında durdu. Sıcak esen klimadan havayı koklamaya çalıştı. Kadının parfümümü, yoksa kitapçıda çiçek kokan air fresh kokusu muydu anlayamadı kokusunu ama sesini tekrar duydu.
 “Merci beaucoup,” kadın uzaklaşırken kitabı kasiyer kıza uzattı. İçinde kısacık geçen anların tatlı telaşı ve geçmişe uzanan yolculuğunun tadıyla dışarı çıktı.Geceye, yağmura karıştı. “Bonjour İstanbul… Je t'aime…Minka Abla...
 AYDAN SELMAN