13 Nisan 2016 Çarşamba

Artık Ruhumuz Yok, Profilimiz Var!

Eskiden babalar boş zamanlarını kapı önünde duran arabalarını tamir etmekle geçirirdi. Çevresinde neşeyle misket oynayan çocukların sesiyle. Anneler radyoda “Bir bahar akşamı rastladım size “ şarkısına eşlik ederek, mikserleri olmadığı için çatalla mayonez yapma derdindeyken. Evin genç kızı çaydanlıkla ısıttığı suyla saçlarını yıkardı. Küçük kardeşi ona suyu dökerken, mahallede kendini asmış adamla ilgili konuşurlardı söz gelimi. Çok korktuklarını ve anlatılanlardan gece uykularının kaçtıklarından bahsederlerdi… Şimdi ne eski araba ne de misket kaldı, teknoloji mutfağımızda kahvemizi bile yapar oldu. Teknoloji o kadar gelişti ki tüm his durumundan, kim kimin fotosuna ne yorum yazmış, yer bildirimlerinden yediğimiz yemeğe kadar her şeyimiz ortada. Dünyada her zaman ki gibi savaş var, ülkemizde iç savaş ve terör tüm acılarıyla devam ediyor, bir yerlerde birileri tecavüze uğruyor, şiddete maruz kalıyor. Teknoloji iş başında mobeseler ve anında çekilen görüntülerle saniye saniye yaşanılan her olayı bizde tekrar ve tekrar izliyoruz. Birkaç dakikalık insani tüm duygularımız harekete geçiyor ama şoku çabuk atlatıyoruz, çünkü daha korkunçlarını da yaşadık ve birazdan yeni bir haber düşecek önümüze. Çoluk çocuk izleyeceğiz. Çocuklar bilgisayar oyununda kafa kesmece oyunlarını, savaş strateji oyunlarını zevkle oynamaya devam edecekler. Edip Cansever “ Bu düzen size insanlığımızı unutturacak” demiş ya. Ben şimdi kaybettiğimiz o güzel insani ruhu arıyorum, hava güzel, kuşlar yine aynı şekilde cıvıldaşıyor, ama eksiğiz… Bir türkü duysak, bize biz olduğumuzu hatırlatan... Acep değişir mi dünya?

Aş ve Aşk

Eskiden, çok eskiden günler uzun, zamanlar genişmiş. Kanuni Sultan Süleyman savaşa gönderdiği ordusu fethedeceği şehre gelmesi haftalar sürer, bir ulaktan haber almak için günlerce beklermiş. Şimdi bir tek söz ve bir parmak dokunuşu ile bir şehri bombardıman altında bırakmak dakikalar içinde oluyor, dünyanın bir ucundan bir yere varmak sadece saatlerle gerçekleşiyor. Mevsim kavramları bile kısalmış acele ile dört mevsim iki mevsim gibi geçerken, saatlerle değil saniyelerle, metroyu, uçağı kaçırdığımız, hep bir koşturmaca ile geçen zamanlardayız. Çarçabuk yenen fast food yemekler, her saniye internette önümüze yağmur gibi yağan alakasız binlerce sözcük, video, dünyanın tüm haberlerini aynı anda dinleyen kulaklarımız ve her olaya ayrı tepki veren kalbimiz.Bitki ve hayvan türleri giderek yok olurken insanlar hıncahınç dünyayı doldurmakta ve her birey bu kalabalığın ortasında kendi var olma savaşını yaşamak zorunda, her çeşit savaşla! Irk, iktidar, mezhep savaşlarının yanında bir yandan da hayatta kalabilmek ve diğerleri ile yarışabilmek savaşı. İyi bir öğretim ve de iş bulmak hayat koşullarına karşı zorunlu kazanacağımız para için verdiğimiz uğraş… Peki hayallerimiz! İdeallerimiz… Ruhumuza hitap eden iş ve yaşam koşulları! Hepsini rafa mı kaldıracağız? Durup nefes almadan bir an bile kendimize bakamadığımız bir ömür geçerken, bir yandan da çevre baskısı ve hayatın bizi köşeye sıkıştırmasını engelleyemiyoruz. Bu durum da çağın mutsuzluğunu yarattı. Tatminsiz ve tahammülsüz bireyler olduk .Oysa ki bu dünya bize iki tanecik mutluluk vadetmişti, aş ve aşk… Aş olmadan aşk olurdu belki ama aşk olmadan hiçbir aş bir işe yaramazdı. Ve şairin dediği gibi “Ah, kimselerin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya…”

Aydan Selman