7 Aralık 2011 Çarşamba

Aydan'ın Pazar Güncesi

Bugün 26 Haziran 2011

Günlerdir bir açıp bir kapayan hava ve metrolojinin fırtına, sağanak yağmur uyarısı dışarı ile işim olmadığı halde beni her zaman ki gibi gereksiz beklentilere, iç huzursuzluklarına salmış garip bir mutsuzluk yaşıyorum. Gerçekte buna mutsuzluk denilemez çünkü bir yanım çok neşe, dolu, umutlu, hatta gereksiz taşkınlık yapabilecek kadar coşkuluyken bir yanımda büyük bir melankoli…Aslında Bu duygunun farkına bile varamayacak kadar kendimden uzaklaşmış, yapmam gereken her gün ki rutin işlerle haşır neşir, her soluklanmada kendimi bilgisayar karşısında bulurken sanırım sanallık ve gerçeklik arası bir boşluğa düştüm.Bu hayal gezegeninde dolaşmayı çok seven ve her olayı bir de gerçeküstü boyutuyla şekillendiren benim gibi biri için sıradan bir durum, çünkü biz ailece hemen her olay hakkında ki konuşmamızda konu dönüp dolaşıp içimizden birimizin fantastik bakış açısıyla kurgulanır buna bir de kendi içsel kurgumu eklediğimde kendimi hep “Pan’ın labirenti”nde bulurum. Hepimiz öyle değil miyiz?



Pazar yeri… Gerçek…

Kenarı yüksek duvarlarla çevrili, yeşil ağır brandaların güneşi sızdırmadığı küçük sebze pazarı… Girişinde küçük bir çocuk karton kutuya koyduğu civcivlerini satıyor. Marketteki sıralı fabrikasyon ürünlerine benzetmeye çalıştığı bir tanzim şekliyle bir bölmede sarı, bir bölmede siyah ve son bölmede rengarenk boyanmış ponpon civcivler. Satıcıların bağırışları civcivlerin sesini çoktan yok etmiş. Yedi mısır beş lira… Taze balık… Al abla papaz eriği çok tatlı… Çanakkale domates, verim mi iki kilo… Pazarcının önüme fırlattığı erik poşetini yakalamaya çalışırken birden turuncu kayısıyı avucuma koydu.”Tadına bak, yemeden alma !” Yıkamadan yeme konusunda tereddüt yaşarken birden kokusunu hissettim. Çocukluğumda kayısı ağaçları ile dolu bir evde yaşamıştık yedi yaşlarında falandım tüm bahçeye sinmiş kayısı kokusu kurutulmaya ayrılan ballı kayısıların iç bayıcı buram buram kokuları… İşte yaşantımızdaki gerçekliği sanallıktan ayırt edebilecek tek olgu sanırım kokular. Pazarın her köşesine ayrı bir rayiha çökmüş, tümüne de Pazar kokusu…



Bilgisayar başı… Sanal…

Pazarın tüm kokuları poşetler boşaldıkça mutfağa yayıldı, en keskinleri taze nane ve reyhan. Bilgisayar koltuğuna oturduğumda hala pazarın kokusunu hissedebiliyorum. Ekranda sevdiğim profil yüzler, sevmediğimin zaten sayfamda işi ne… Bir de çok sevdiklerim var ve hatta hiç tanımadığım halde en çok sevdiklerim var. Çok asırlar önce insanoğlu sadece yaşadığı bölgede kendi tanıdıklarını sevmiş onları hayal etmiş. Şimdi hepimizin bir sanal bir de gerçek dünyası var. Mesela zenci arkadaşım var Arty bol çocuklu genç bir kadın, iki elim kanda da olsa onun sanal oyun arkadaşlığına hayır diyemiyorum ve her oyunu için her gün hediye gönderiyorum. Pakistanlı iki genç ve Romanyalı güzel bir kız ve daha birkaç isim. Uzakdoğu’dan ressam arkadaşım adını bile telaffuz edemediğim. Yurt dışında yaşayan dostlarım. Bir de tüm bu düşünceleri irdeleten bir ruh var uzaklarda ama kalbimin tam orta yerinde. Kızım kadar, kız kardeşim kadar can hatta kendimden bile… Fantastik filmlere bayılırım. Oradaki anlatılan gerçeklik işte yaşarken farkedemediğimiz ama içinde bizimde var olduğumuz diğer gerçeğimiz. Ben bu gün rüzgarın gücünü saçlarımda ve tüm dünyanın kokularını içimde hissettim. Julide’min okyanus ve İstanbul kokuyor bakışları… Arty, Mısırlı Sameh ve diğerleri ellerini tutmuşçasına hepsini hissediyorum. Sevgi sıcaklığı kokuyorlar. Çok mutluyum ve mutsuz, çok sanal ve çok gerçek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder