5 Aralık 2011 Pazartesi

Bildiğim Bütün Yollar Taksim’e Çıkar

Bildiğim Bütün Yollar Taksim’e Çıkar

24 Eylül 2011 Cumartesi, 12:17 tarihinde Aydan Selman tarafından eklendi
“…Bildiğim bütün yollar Taksim’e çıkar
İstesin yeter ki bir bilete bakar…”


Nazan Öncel’in şarkısında olduğu gibi gerçekten de bütün yollar Taksim’e çıkar. İstanbul’un kalbi, gece gündüz demeden her saniyesi aynı ritimde atan tek yer. 17. yüzyıldan beri konum ve popülerliğini hep korumuş, Osmanlı’dan günümüze yabancı tüccarların, elçilerin yerleşmek istedikleri ve 19.yüzyılda mimarisiyle, alışveriş canlılığıyla Avrupa kentlerini aratmayan bir semt. Galatasaray’dan Taksim’e uzanan yol boyunca yaptırılan özel apartman tarzı taş binalar hala tüm estetik yapıları ile geçmişin ruhunu taşımakta ve Beyoğlu’nun hiçbir yerde olmayan ve tüm sanatçılara, şarkılara ilham veren güzelliği zamana inat ayakta kalmaya çalışmaktadır. Sadece estetik ve eğlence anlamında değil toplumları birleştiren bayramların, toplu gösteri ve protestoların yapıldığı her bireyin kendinde bulduğu cesaret ve enerjiyi aktardığı bir üs bir karargah gibidir. Her semtin kendine has özelliği varken Taksim ve Beyoğlu’nda tüm semtlerden bir parça bulunur. Zengini, fakiri, sanatçısı, esnafı, zencisi ve beyazı ile her milletten her görüşten insanın bir arada yaşayabildiği tek yer…
.

Taksim’e çıkmak için yüz çeşit neden bulabilirim ama nedensiz Taksim’e çıkmak… Bir metroya bakar ama nedensiz de çıkılmaz ki Taksim’e… İçim burkulur. Küs olduğu halde karşılaşan iki sevgilinin hiç bir eylem yapamadan öylece durması gibi, ne sevinci ne kazancı, ne de hüznü paylaşamamanın verdiği yabancılık hissi. Onca yaşanmışlıktan sonra.


Taksim’le ilk tanışıklığım ancak evlenip reşit olduktan sonra olmuştu ki
biz o yıllarda Taksim yerine genellikle “Beyoğlu’na gidelim” diyorduk ve arkadaşlarla buluşma noktamız hep Taksim heykeli ya da AKM’nin önü olurdu. Bir kaç dakikalık ayaküstü sohbetten sonra, ver elini Beyoğlu. 70’li yılların Beyoğlu’su… İstiklal’e ilk adım attığımızda önce unutmadan Rebul eczanesine girilir ve artık piyasada bulunmayan ve sadece o eczanede bulduğumuz babamın bağımlısı olduğu Pivanol burun damlası alınır, ardından yanındaki Beyoğlu çikolatacısından da birkaç parça fındıklı çikolatayı da çantamızın derinlerine attıktan sonra artık sonsuz eğlence bizi beklemektedir.
O dönemin eğlence anlayışında şimdiki cafe bar kültürü yoktu. Kışlık gazinolar vardı. Kocaman renkli neonlarda sanatçıların ismi ışıl ışıl yanar söner, hiç gitmesek bile kimin nerede sahneye çıkacağını herkes adı gibi bilirdi. Muazzez Abacı, Bülent Ersoy, Emel Sayın , Coşkun Sabah, Ahmet Özhan. Sonra Nesrin Topkapı, Ateş Böcekleri ve daha bir çok ünlü sanatçı sırasıyla yer değiştirirlerdi. Maksim Gazinosu, Tepebaşı, Bebek… Yaz gelince tüm sanatçılar İzmir Fuarı’nda rekabetlerine devam ederlerdi.
Çok gençtik o zamanlar ve eğlenceye ayıracak paramız kısıtlıydı. Tercihimizi sinema ve tiyatrodan yana kullanıyorduk. Ayrıca o tür yerlere gitmek hani ne derler Hacıağaların, kodamanların işiydi.
Yeni evliydik, evimizi iş gereği Maltepe’de tutmuştuk. Yağmur kar demeden önce trene ardından vapura ve sonra otobüse binip Taksim’e varırdık. Üzerimizde en kalın dik yakalı moher kazaklar, eldiven ve upuzun atkılarla saçımız başımız ıslak ve dağınık yüzümüz soğuktan şiş ve kırmızı, tiyatrodan içeri girerdik. Fuayenin o sıcak ve huzur dolu nazik sessizliğinde üstümüzden hala sızan yağmur damlalarıyla kırmızı halıları ıslatmaya çekinerek bekleşirdik. Ama her şeye rağmen çok güzeldik, gençtik çünkü…

80’li  yıllarda Taverna kültürü oluşmuştu. Gazinoların yerine hem yemek yiyip hem de kurtların döküldüğü ardından işkembecilerin yolunun tutulduğu yıllar. Beyoğlu yerine Boğazda Bakırköy’de, Yeşilköy’de sahil lokantalarının revaçta olduğu yıllar. Bizim de çoluk çocukla haşır neşir yıllarımızdı. Beymen Pasajı’nda kayınbiraderin açtığı MR:X mağazasına gitmek, Bap Kafeterya’da yemek yemek. Pizza ve testide şarap… Sabah kitapçısı… Ardından kızımın taksim bar günleri başladı. Çalıntı, Haydar, Eski Kemancı… Barlar… Barlar… Hiç gitmediğim, gece kızımın yolunu beklediğim barlar...
Sonra… Kızımla öylesine sıkı fıkı arkadaş olduk ki… Onun bar hevesi azalmış kendimize yeni Taksim günleri yaratır olmuştuk ve her fırsatta Taksim’e gidiyorduk. Nereye mi? Terkos Pasajı, Aznavur pasajı, Asmalı Mescit, Çiçek Pasajı, film festivalleri… Kavaklıdere’nin sunduğu… Elimizde şaraplar filmin başlamasını bekliyoruz… Akbank’ın sunduğu… Ardından Ayvalık tostçusu ya da ne olursa, filmler bizi ne çok acıktırıyor… Serap, Candan ve Aydan üçlüsünü…

Şehir ve Yurt dışından gelen misafirleri Taksim’e Nevizade’ye götürmemek olmaz. Gezi Pastanesi ya da İnci’den tatlı ısmarlayarak, bir acı kahve içilmeden de dönülmez. Elinize zorla tutuşturulan bir paket mendil ya da kırmızı bir gül kimi zaman. Yağmurda şeffaf şemsiye, iç bayıltan kokusuyla alınan minik gazete külahında üç beş kestane, son dakika metroya binmeden yenen gecenin kaçındaki ıslak hamburger…

Kulağınızda her adımda duyduğunuz farklı kültürlere ait müzik sesleri ve tüm ışıklar gözbebeğinize doluşmuş bir halde yorgun ama ana kucağı kadar huzurlu ve bildik bir yerde olmanın güveniyle evinizin yolunu tutarsınız. İstanbul’un neresinde oturursanız oturun size hep bir yol bulacaktır Taksim ve nereden geliyorsanız gelin hele bir Taksim’e varın gerisi kolay…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder