Salondaki vitrinle
koltuklar arasına sıkıştırdığım bilgisayar masasında sıcaktan zaman zaman
başımı ve sol elimi duvara yaslıyorum. Pencerenin iki kanadı da açık ve diğer
tüm odalarınki de ama nafile… Ne gece esintisi var, ne de duvarlar elimi
serinletecek kadar soğumuş. Kalkıp
pencereye doğru yürüyorum.Karşı apartmandaki çoğu ev çoktan uykularına
dalmış,kimisi zaten yaz tatilinde kimisi de benim gibi uyuyamamış minik bir
ışıkla gecenin kalanına devam ediyorlar. Tv ve insan sesleri çoktan kesilmiş
şehir trafiğinin o alttan gelen uğultusuna fabrika gürültüleri ve köpeklerin
ara ara bir koroya dönüşen uzun havlamaları karışıyor. Gecenin köründe
geceliğimin düşen askılarını el alışkanlığıyla düzelterek pencereden dışarı
uzanıyorum.Şehrin ışıklarından gökyüzü gündüz gibi aydınlık. Bulutların
geçişini izliyorum ve her seferinde aynı rotadan geçen bilmem kaçıncı uçağı.
Yıldızlarla dolu
bir gecede yaz üçgenini bulmayalı ne çok zaman oldu, şehir dışına çıkmayalı bir
denizin dalgasında yakamozları görmeyeli, ıslak kumlara ayağım değmeyeli,
hanımeli kokularına bulanmayalı… Ne çok…Oysaki dışarıda bir dünya var apartman
aralarından göremediğim bir gece yaşanıyor,geceler bir bir yaşanıyor,gece
olduğunu bile bile hissede hissede kokusuyla,karanlığıyla
mehtabı,içkisi,sahili,çay bahçesi,çoluk çocuk bisikleti,dondurması,halı sahası,kapı
önü eşiği,sitelerin kamelyası,arka bahçeler,balkonlar,duvar
kenarları,lunaparklar,damlar,karpuzcu sergileri,yol lokantalarıyla
yaşanıyor…Kayıklarda şarkılar mırıldanılıyor, gündüz güneşlenilen şezlonglarda
yıldız kaymasına dilekler tutuluyor.Şairin dediği gibi “Bir bira dolusu
dudaklar” öpülüyor…Ara sokaklardan sokak lambası ışıklarıyla ayrı bir büyüye
dönüşmüş yazlık evlerin çiçeklerinden bahçeye taşan Begonviller,borazan
çiçekleri minik minik aşırılıp sevgiliye gecenin hediyesi olarak sunuluyor.Yanık
tenler bembeyaz tişortlarla daha bir bronz, saçlara deniz kokusu sinmiş
savruluyor…
“Yıllar ne çabuk
geçti o günler arasından” ve biz “Heybelide her gece mehtaba çıkardık” Yalnız
Heybelide mi… Kumburgaz’da, Bodrum’da, Marmaris’te, İzmir’in tüm sahil
kasabalarında…”Mehtaplı gecelerde hep seni andım “Şarkısıyla başlar “Geceler
geceler ah geceler” şarkısıyla geceyi tamamlardık ada akşamlarını…Sahil
kenarında çekirdekli uzun yürüyüşler… Barlar sokağının yaz magazinlerine konu
olduğu o yıllar ve sonrası ve de sonrası… Şimdi tek isteğim bu sıcak yaz gecesi
muhteşem bir Penguen dondurması Bodrumdan… Buz dolabında büfeden alınmış
dondurmalardan mı yesem? Çikolatalı Magnum… sevsem de… Ne dondurma dondurma
gibi,ne yaz yaz gibi ne de ben eski ben gibiyim…Şimdi koca şehrin en kalabalık
yerinde her birimiz dikdörtgen evlerde dikdörtgen kutucuklara sanal zincirlerle
tutunmuşuz ve pencereden bir uçurtma gibi kendimi geceye ve de yaza
salamıyorken,karşı aparmanda vantilatöre yapışan adamı izliyorum.Kulağımda
eski bir Zerrin Özer şarkısı:
Ne güzel geçmişti bütün bir yaz
Başımda kavak yelleri esen o yaş
Bense hanımeli kadar beyaz
Çalmıştınız kalbimi bilmeden biraz
Nasılda koşuşurduk bahçelerde
Şarkı söylerdik mehtaplı gecelerde
Sen bana ben sana komşu evlerde
Kök sarmaşıklar gibi sarıldık o yaz…
Ve dilime gün boyu dolanan bir Birhan Keskin şiiri …
sevgilim beni geçmiş yazlara sal
ılık yaz akşamlarına
denizin ve göğün ritmine sal
dalganın ve günün beyazına.
sen de kıyısında kal dalgaların
gülümse.
sevgilim beni geçmiş yazlara sal
küçük ve kırık aşklara
limanların plonje çekilmiş fotoğraflarına sal
aylaz çiçeklerine evlerin, bakımsız sokaklarına.
sen de bir ucunda kal balkonların
gülümse.
sevgilim beni geçmiş yazlara sal
uzun mendireklere, akşamın alacasına
yorgun dönülen pansiyon odalarına sal
sen de kapı aralığında kal odaların
gülümse,
anı oluyor fotoğrafların.